BIRGIT RECKİ'DEN HAREKETLE “KENDİNİ BAŞKA HERKESİN YERİNE KOYARAK DÜŞÜNMEK” -KISA METİN ANALİZİ

“KENDİNİ BAŞKA HERKESİN YERİNE KOYARAK DÜŞÜNMEK”
-AKLIN İLETİŞİMSEL ÖĞESİ ÜSTÜNE

(Analizde Kant'ın maksimleri -özellikle 2. maksim-, evrensellik ve iletişimsellik noktaları üzerinde durulmuştur.)

Kant, pek çok çağdaş düşünür tarafından felsefesinde dil teorisinin eksik olması sebebiyle eleştirilse de kendi çağından sonrakilere ışık tuttuğu açıktır (Wilheim von Humbold, Ernst Cassire...). Kant'ın felsefesinde dil sorununun açık bir şekilde işlenmediği ortadadır fakat bu asla bir eksiklik olarak görülmemelidir. Çünkü Kant hiçbir zaman doğrudan dil sorunu ile ilgilenmemiştir. Israrla dile ve dolayısıyla 'iletişim'e Kantçı bir yoldan yaklaşmak istiyor isek onun 'ortak insan anlığının maksimleri'ne bakmamız gerekir.

Yargıgücünün Eleştirisi'nde Kant, 'ortak insan anlığının maksimleri'nden söz etmektedir. Bu maksimler şunlardır: 
1- Kendi kendine düşünmek: Bu, ön yargıdan bağımsız bir şekilde düşünme maksimidir. Bu maksim, anlığın maksimidir.
2- Kendini başka herkesin yerine koyarak düşünmek: Bu, genişletilmiş düşünme maksimidir. Bu maksim, yargı gücünün maksimidir.
3- Her zaman tutarlı düşünmek: Bu, tutarlı düşünme maksimidir. Bu maksim, aklın maksimidir.

İkinci maksim bizim için farklı bir önem taşımaktadır çünkü bu maksim büyük bir boşluğu doldurabilmektedir: 'Aklın iletişimsel öğesi olan şeyin yoksunluğu'. Birinci ve üçüncü maksimler yalnızca özneyi kapsayan, kişinin kendi kendisine uygulayabileceği, bir diğeri olmadan gerçekleştirebileceği maksimlerdir. Öteki'ye ihtiyaç yoktur. Fakat ikinci maksimin farkı açıktır: Bu maksim bir diğerini, 'öteki' olanı da kapsar. Bu maksimi bir diğeri olmadan gerçekleştirmek mümkün değildir. İletişimsellik bu maksim tarafından gözler önüne serilir. Evrenselci düşünürümüz Kant, elbette 'bir diğeri'ni dışarıda bırakmamıştır. 

Peki ikinci maksimi nasıl ve niçin yerine getiriyoruz? Burada benim cevabım alışılanın dışında olacaktır: Öznel yargılarımın genel insan aklının yargıları karşısında yenilmemesi amacıyla, belki de çıkarcı dürtülerim ile, başka herkesin yerine yerleşmiş oluyorum. Yargılarımı genel insan aklının yargıları içerisinde filizlendiriyor ve böylece onu güven içinde tutmuş oluyorum. Fakat tam tersi olarak, analizini yapmakta olduğum makalede yazar Birgit, bunu bir 'başka herkese saygı gösterme' etkinliği olarak ele almış. Onun bu çıkarımında Kant'ın baskın 'evrenselci' görüşünün etkin olduğu aşikardır. 

Makalede sensus communis (ortak duyu) tüm bunlarla bağlantılı olarak ele alınıyor. Yazara göre söz konusu maksimler çift yönlüdür: Güzellik ve beğeni de sensus communis'in içerisinde yer almaktadır. Yani Kant, 'düşünümsel işlevlerin geniş bağlamı içerisine' sensus communis'i koymaktadır. 

Ele alınan üç maksimde de ortak nokta 'düşünme'dir. Düşünme, Kant'a göre, 'bir şeyi kavramlar aracılığı ile tasarlamak' anlamına gelmektedir ve anlığın (teorik aklın) yetileri ile de ilişkisi vardır. Açıkça görüyoruz ki Kant, teorik aklı, yargı gücünü ve pratik aklı tek bir çatıda toplamıştır. 

Birgit, benim yukarıda bahsetmiş olduğum ikinci maksimin çıkarcı gölgesini hiçbir şekilde hesaba katmayarak ve dolayısıyla Kant'ın gösterdiği yoldan çıkmayarak herhangi bir bencilce tutumun olmadığını söylüyor. Ona göre başkasının yerine geçerek düşünmeye başladığımızda kendi özel koşullarımızdan da sıyrılmış ve bunu doğal olarak yapmış oluyoruz. Birgit, tikelliğimizden soyutlanmanın ve genelliğe erişmenin yegane koşulunun 'öznel yargımızı genel akılda eritmenin veya genel akıl içerisinde öznel yargımızı oluşturmanın' olduğunu vurguluyor. 

Kant'ta iletişimselliğin izlerine rastlamak elbette mümkün. Birgit'in de gösterdiği üzere Kant, aklın en önemli işlevlerini 'iletişimsel' şekilde tasvir etmektedir. İkinci maksimde bu fazlasıyla açıktır. Genelleştirme var ise bir diğeri de vardır ve bir diğeri var ise oradan iletişimsellik doğması elbette beklenecektir. 

Kant'ta doğrudan olmasa da karşılığını bulabildiğimiz 'söylem', genel iletilebilirlik yoluna ışık tutar. Söylemsel bilgi, kavramlarda kendisini göstermektedir ve kavramlar genelleştirmenin en önemli temsilcileridir. Kavram bize genel olanı gösterir. O, genelin anlayabildiği ve üzerinde uzlaşabileceği bir şeydir. Kavram bizi 'söylem'e, söylem de 'genel iletilebilirlik'e götürmektedir. Dolayısıyla genel iletilebilirlik kamusal olanı gösterir. 

Akıl, iletişimsellik ve kamusallık doğrudan bağlantılıdır. 

İlk İtiraz

Birgit'in makalesinde yer verdiği bu itirazda şu sorgulanmaktadır: İletişimin akılsal, aklın iletişimsel karakterini sorgulamak bize ne kazandırabilir? Eğer Kant'ın dediği gibi kendimi başka herkesin yerine koymam kendi öznelliğimden tamamen sıyrılarak genel olana beni yerleştirecek ise bu durum diğer insan için de geçerlidir. Diğeri de benim yaptığım gibi tüm öznelliklerinden sıyrılacaktır ve artık tüm yargıları genel olana, genel olan da ona ait olacaktır. Bir kopya, bir yansıma... Bu aslında önemli bir sorun doğuruyor: Tartışmanın veya her türlü diyaloğun ne gibi bir anlamı kalacaktır ki? Bu katı evrenselliğin kişileri birbirleri ile iletişimlerinde 'aldırmazlık' durumuna sokacağı ortadadır. 

İkinci İtiraz

Bu itirazda ise şu sorun ele alınmaktadır: Saf aklın evrenselcilik talebini, ele aldığımız ikinci maksimi, sadece diyalogda gerçekleşen bir etkinlik, yani empirik bir varsayım olarak ele aldığımızda genişletilmiş düşünme işlemini de empirik koşullara indirgemiş olmaktayız. 

Sonuç olarak, başka herkesin yerine geçme'yi başarmak istiyor isek kendimizi öteki'nin yerine koyabilmeliyiz. Bunu da 'kavramsal yetenek' ile yapabiliriz. Bu yeteneği kullanabilmek söylem'i de mümkün kılar.
Ben'den başlayan düşünüm Biz'e geçer. Biz içerisinde olacak her bir Ben kendisini aşmak, kendisinden soyutlanabilmek ve diğerini böylece anlayabilmek için diyalogda buluşur. 

Simge ARMUTÇU

Yorumlar

Popüler Yayınlar