ETİK, TANINMA SAVAŞI VE TARİHSEL ÖZGÜRLÜK BİLİNCİ
‘’Dünya tarihi,
özgürlük bilinçliğinin
gelişmesinden başka
bir şey değildir.’’
G. W. Hegel
Hegel’in felsefesine giriş yaptığımızda onda
birbiri ile ilişkide olan iki önemli eleştiriyi görmekteyiz. Bunlardan ilki
Hegel’in, bireysel ve soyut olan etiği eleştirmesidir.1 Diğeri ise
yalnızca bireylerin özel çıkarlarına dayanmakta olan sivil toplum anlayışını
eleştirmesidir. Hegel bu iki eleştiriyi temel alarak bireylerin, burjuva
toplumunun içerisinde iken özgürlüklerini nasıl gerçekleştiriyor olduğunu ve
burjuva toplumun politikleşmesinin nasıl engellenebileceğini yanıtlamaya
çalışmıştır. Bizler de bu çabayı sürdürmek amacı ile bu çalışmamızda ilk olarak
Hegel’in etik ve politik olan arasında kurduğu ilişkiden bahsedeceğiz. Daha
sonrasında ise efendi-köle diyalektiğinden yola çıkarak Hegel’in özgürlük
bilinci anlayışına -onun gibi- tarihsel açıdan yaklaşacağız.
Etik ve Politik Olan Arasındaki
İlişki
Hegel’in felsefesinde zihinsel olanın
duyumsal olana, evrensel ve tümel olanın ise özel ve tikel olana üstünlüğü
vardır ve zihinsel ile duyumsala, evrensel ile özele, tümel ile tikele bir
arada anlam kazandırma gibi bir amaç yoktur. Bu sebep ile şu da rahatlıkla
görülmektedir: Hegel’in etik anlayışı ile politik olan arasında kurmuş olduğu
ilişkinin en önemli özelliği, onun topluma öncelik tanıyıp bireyi arka planda
tutması, genel felsefesinde de gördüğümüz gibi tümel olana öncelik
vermesidir.
Hegel’e göre duygularımızı engellediğimizde
ve tüm tercihlerimiz sadece aklımıza dayandığında gerçek anlamı ile özgür
olabiliriz. Bu sebep ile de gerçek özgürlüğün yalnızca rasyonel bir toplumda ve
devlet sisteminde var olabileceği sonucuna varmaktayız. Hegel’in nihai amacının
bireyin hem kendisine hem de topluma karşı olan ödevlerini dengelemek olduğunu
söyleyebilmekteyiz. O, bireyin kendisine karşı olan ödevleri ile bireyin
topluma karşı olan ödevlerini bir arada ele almıştır ve birini diğerine tercih
etmek gibi bir amaç gütmemiştir.
Birey, halk ve devlet arasında bir birlik
oluşturmayı hedeflemekte olan Hegel, etiğin toplumda bulunan geleneksel
değerlere (adet, gelenekler, vs.) uygun bir şekilde kurulması gerektiğini,
toplumsal değerlerin göz ardı edilmesinin yanlış olacağını düşünür. Hatta
toplumsal değerler zemini olmadan yeni bir etik anlayışının inşa edilmesini de
tehlikeli bulmaktadır. Ayrıca bireylerin isteklerini topluluğun ihtiyaçlarını
göz önüne almayarak gerçekleştirmek de yanlış bir yol olacaktır. Amaç, toplum
içerisinde özgürlüğü gerçekleştirebilmektedir.
Hegel’in politik olanı kavrayışı etik
üzerine kurgulanmıştır. Yani Hegel için politik olan, devlet için iyi olanı
yapmayı gerektirir. Politik olan ile etiği bağlayan şey ise devletin
amaçlarının ve amaçlarına ulaşmada kullandığı araçların meşruluğunun
tartılmasıdır.
Hegel, bireyin özerkliğini asla
reddetmemektedir. O, bireyi toplumun değerleri ile uzlaştırma cesaretini
göstermiştir. Buradan hareketle özgürlüğün de toplumun etik yaşamı üzerine
temellenmiş durumda olması gerekmektedir.
Özgürlük ve Modern Toplum
Hegel’in etik ile ilgili fikirleri üç farklı
ama birbirini tamamlamakta olan bağlamda ele alınabilmektedir. İlk bağlam
‘Tinin Fenomenolojisi’ isimli yapıtında ele almış olduğu tin ve özgürlük
kavramlarının sorgulanması ve özgürlüğün oluşumudur. Burada efendi-köle
diyalektiğine de rastlamaktayız. İkinci bağlam tarih felsefesi ile ilgilidir.
Burada, özgürlüğün tarihsel gelişimi ele alınır. Üçüncü bağlam ise ‘Hukuk Felsefesinin İlkeleri’ isimli
çalışmasında ele almış olduğu birey, toplum ve devlet ilişkilerinin
incelenmesi, toplum içerisinde bireyselliğin varoluşudur. Burada özellikle
toplum ile özgürlüğün bir arada nasıl var olabileceği sorgulanır.
Hegel için özerk ve hiçbir şeye bağımlı
olmayan anlamına gelen özgürlük ile tin birbirinden ayrılmayan, tamamlayıcı
kavramlardır. Yalnızca kendisi ile beraber olan tinin tözü, özgürlüğün kendisi
durumundadır. Eğer birey kendisine değil, bir başkasına bağımlı durumda ise o
birey, kendisi değildir. Özgür olmak bireyin kendisi ile birlikte olmasıdır.
Hegel için varlık, ‘kendisinde (ansich)’
olduğunda bir özbilince sahip değildir. Özbilince sahip olan varlık ‘kendisi için (für sich)’ olandır.
Özbilinçli bir varlık hem dış dünyaya merak duyan, hem de kendisi üzerine
düşünen, kendi kendisinin de farkında olan varlıktır. Eğer bireyin özgürlüğü
irdelenecek ise yalnızca kendi kendisinin farkında olan bireyin özgürlüğünden
bahsedilebilir.
Bireyin modern toplum içerisindeki özgürlüğü
konusuna gelindiğinde bireyin yalnızca kendisinin farkında olması durumunun
yetersiz kaldığını görmekteyiz. Hegel’e
göre bu durumda önemli olan ilk olarak bireyin doğal ihtiyaçlarından bağımsız
olmasını sağlayabilmesidir. Sonrasında ise birey, kendi özgürlüğünü toplum
içerisindeki diğer bireylerin özgürlüğü ile sınırlayabilmelidir. Modern
toplumda özgürlük bu yol ile inşa edilebilir çünkü yalnızca bütün olan,
diğerini dışarıda bırakmadan ‘kendi için
varlık’ olabilir.
Efendi-Köle Diyalektiğinin Rolü
Hegel, ‘Tinin
Fenomenolojisi’ adlı yapıtında efendi-köle diyalektiğini ele alarak
özgürlük kavramına felsefi bir yaklaşım sergileyip kavramı tüm çıplaklığı ile
açıklamaya çalışmıştır. Ona göre insan, özbilinçtir, yani für sich durumundadır. Özbilinç ise bir diğer özbilinç onu
tanıdığı, farkında olduğu sürece vardır. Yani, bir başkası için varolma durumu,
‘kendi için varolma’nın koşuludur. Özbilinci var eden şey iradedir ve bu irade
‘kendini kabul ettirme iradesi’dir. Hegel, efendi-köle diyalektiğinden yola
çıkarak bu iradeyi açıklamaya çabalar.
Yalnızca saygınlık kazanmak amacı ile kendi
hayatlarını tehlikeye atan iki bireyden biri duyduğu korku sebebi ile geri
çekilir ve bu tanınma savaşından çekilen birey diğer bireyi tanır ise
efendi-köle diyalektiği sentezi oluşmuş olur. Bu savaşta kendisinin tanınmasını
sağlayabilmiş olan galip birey, gerçek anlamda özbilince sahip olan, kendi
kendisinin farkında olan bireydir. Bu diyalektiğin mantıksal tarafı olduğu
kadar tarihsel geçerliliği de vardır. Efendi-köle diyalektiği tüm bir insanlık
tarihine yayılmış durumdadır. Hegel’e göre insan en başından beri ya efendi ya
da köle durumundaydı. Efendiliğin de köleliğin de insanlar arası etkisini
kaybettiği an ise Hegel’e göre insanlık tarihinin sonu olacaktır.
Tanınma savaşını kaybeden köle, şeyleri
dönüştürerek yine de kendisini bilinir hale getirebilmektedir. Onun, efendi
bireyi dönüştürdüğü nesneler aracılığı ile kendisine bağımlı hale getirme
imkânı vardır. Ayrıca bir bireyin diğer bir birey için çalışıyor olması, o
bireye doğadan ayrı bir varlık olmasının bilincini verir. Doğadan ayrı, aşkın
bir varlık olduğunun bilincinde olan birey de kendisini ‘özerk’ bir varlık
olarak kavrar. Böylece özgürlüğünün bilincine de varır. Çalışarak, emek
göstererek özgürlük fikrine varan köle böylece diğer bireylerin de özgürlüğünü
kabul edecektir.
Kurduğu diyalektikten de anladığımız üzere
Hegel için ‘kendini kabul ettirme, tanıtma’ durumları sadece insanların ayrı
ayrı bireyler olarak varolduğu durumlarda ortaya çıkmaktadır. Bu sebep ile
devlet içerisinde ve sivil toplumda bireylerin tanınma çabası olduğundan söz
edememekteyiz. Zaten tanınma savaşı devletin ve toplumun olmadığı ‘doğa
durumu’nda verilmiştir ve böylece devlet ve toplum oluşmuştur. Yani, tüm bu kavga
devlet ve toplumda zaten tamamlanmış haldedir. Eğer modern toplumda hala
tanınma savaşının varlığından şüpheleniyor ve tanınma savaşı içerisinde
olduğumuzu düşünüyor isek modern toplumun gerçek anlamda toplum olup olmadığını
irdelemek zorundayız. Bu soruşturmanın bitiminde varacak olduğumuz sonuç,
insanlık tarihinin seyrini anlamamız için gereklidir ve onun yönünü
değiştirecek bir özelliğe de sahip olacaktır.
Tarihsel Açıdan Özgürlük Bilinci
Tin, tarihin her sahnesinde var durumda
olmuştur ve Hegel için tarihte gerçekleşmiş olan tüm değişimler hep daha iyi
olan bir senteze doğru ilerlemiştir. Ama bu ilerleme kesinlikle dümdüz bir
çizgide gerçekleşmemiştir. Bu ilerlemede bütünleşmeler olduğu kadar
parçalanmalar da olmuştur. Bütünleşmeler
ve parçalanmalar birbirini tamamlayarak ilerlemeyi sağlamıştır. Tinin amacı
özgürlüktür ve tarih içerisinde özgürlük kendisini dolaylı olarak ortaya
çıkartır. Bireylerin ihtiyaçları, amaçları ve tutkuları her zaman özgürlüğün
kendisini gösterme araçlarından olmuştur.
Hegel, tarihte özgürlüğü 4 döneme ayırarak
bizlere göstermektedir. Bu dönemler sırasıyla Doğu, Yunan, Roma ve Cermen
dönemleridir. Her dönem bir önceki dönemden daha ileri durumdadır. Yukarıda da
bahsettiğimiz üzere Hegel gelen her değişimin, dönemin daha iyi bir senteze
gittiğini düşünür fakat tarih, onun bu düşüncesini desteklemez. Örnek verecek
olursak Yunan’dan sonra gelen Roma dönemindeki felsefi derinlik Yunan’dan daha
geride durumdadır.
Ona göre bir bütüne doğru ‘halkalar halinde
birbirine bağlanmış’ olan toplumların kültürel gelişimleri ve geliştirilen
devlet tiplerinde tarihin özgürlüğe doğru ilerlemesi gözlenebilmektedir (Özlem,
1984: 73). Bahsedilen halkalardan ilki Doğu’dur. Doğu, Çin, Hindistan, Mısır,
Küçük Asya ve Filistin’i kapsamaktadır. Doğu’daki insanda özgürlük bilinci
bulunmamaktadır. Burada özgürleşme çabası görülse de insan, doğaya karşı özgür
değildir. Burada, doğa yasalarına boyun eğme söz konusudur. Bilincinde olunan tek şey yalnızca tek bir
insanın (despotun) özgürlüğüdür ve bu Hegel’in özgürlük anlayışından tamamen
uzaktır. Zaten özgür sayılmakta olan tek kişi bir despot olduğundan aslında o,
insan olarak özgürlüğünün bilincinde de değildir. Doğu’da töresel olan şey her
şeyi kapsar ve bireylik, töresel olan ile asla uzlaşmamaktadır.
Eski Yunan’a gelindiğinde ise ilk defa
özgürlük bilinci ile karşılaşılmaktadır. Fakat Yunan döneminde bu özgürlük
kitleye yayılmış durumda değildir, insanların bir bölümü özgür durumdadır. Eski
Yunan’da ortaya çıkmış olan özgürlük bilincinin yeteri kadar gelişememiş
olmasının iki ana sebebi bulunmaktadır: İlk sebep buradaki özgürlük fikrinin
köleliği meşru görmesidir. Gerçi tersi de Hegel için düşünülemezdi çünkü
özgürlüğün devamı efendi-köle diyalektiğinin devamına bağlı durumdadır. İkinci sebep
ise Eski Yunan dönemi düşünce yapısının bireyi polis ile bütün halde
tutmasıdır. Burada birey kavramı yoktur, toplumsallık vardır. Böyle bir yapıda
özgür ve eleştirel düşüncenin gelişimi de kısıtlanmış halde bulunur. Bu noktada görüyoruz ki Hegel’in amacı Eski
Yunan’da var olan özgürlük bilincini modernitenin bireyselci anlayışına karşı
bir güç olarak kullanmaktır.
Roma döneminde ise halk bir boyunduruk
altında bulunur. Fakat burada birey olarak özgürlük meselesi de gün yüzüne
çıkmaktadır. Birey-toplum ikilemi burada oluşmuş durumdadır. Romalılar
kendilerini bir değer uğrunda feda etmeye hazır durumdadırlar ve bu sebep ile
de onlar, ‘tinin somut özgürlüğü’nü kazanıp kendilerini başkalarına kabul
ettirmişlerdir (Soykan, 2000: 57–58). Roma, diğer dönemlerden farklı olarak
efendi-köle diyalektiğinin açık bir şekilde ortaya çıkmış olduğu bir toplumdur.
Hegel’e göre tin, Hristiyanlık ile birlikte
modern dünyada kendisini özgürleştirme fırsatını bulmuştur. Fakat
Cermen-Hristiyan dünyası ile birlikte insanın insan olarak özgürlüğü meselesi
ortaya çıkmıştır. Artık din, dil, ırk meselesi ortadan kalkmış, insanlık
meselesi ön plana alınmıştır. Ayrıca burada Hristiyanlık, köleliği ortadan
kaldırmıştır ve bu çok büyük bir adımdır.
Aydınlanma’nın etkisi ile bireyler birbirlerinden bağımsız olarak ele
alınmış ve bireyler böylelikle içinde yaşadıkları toplumu unutmuşlardır (Hegel
bu durumu eleştirmektedir.).
Hegel’in de bizlere gösterdiği gibi dünya
tarihi insanın özgürlük bilincini dışa vurma tarihidir. Burada kendini
gerçekleştiren tindir, insandır. İnsan, yeryüzünde tini gerçekleştirir iken
aynı zamanda Tanrı’yı da gerçekleştirmiştir ve devlet de Tanrı’nın yeryüzünde
yürüyüşüdür (Doğan Göçmen).
Sonuç
Hegel, etik ile politik olanın bir
aradalığını modern dünyada tekrardan kurgulamıştır. Bu bir aradalık, toplumu
yeniden bireyin karşısında ön plana alan modernitenin sentezine ulaşmıştır.
Hegel, bu sebep ile özgürlüğü salt birey çıkışlı olarak ele almaz. Özgürlük,
toplumsal değerlere göre temellendirilmelidir. Amaç, toplum içerisinde
özgürlüğe ulaşabilmektir. Hegel, toplumsal olarak kavradığı özgürlüğü tarihsel
sürecin belirlediği bir olgu olarak ele almıştır.
Etik ve politik olanın bir aradalığını kuran
bağ özgürlük kavramına dayanmaktadır ve burada efendi-köle diyalektiğinde de
gördüğümüz gibi bilincin rolü çok önemlidir. Bilinç, özgürlüğün gerçek anlamda
gerçekleşmesine olanak sağlar. Buradan hareketle yalnızca kendisinin farkında
olanın özgürlüğünden bahsedilebilir. Ama Hegel’e bu da ‘gerçek özgürlük’
anlamına gelmez. Yalnızca toplumsal ilişkileri olan bireyler gerçek özgürlüğü
taşıyabilmektedir. Özgürlük bu sebep ile insan soyunun başlangıcından itibaren
-henüz toplumlar ve devletler yokken- var durumda değildir, onu var eden
tarihtir. Toplumda ve devlette görüyor olduğumuz şey kendi özgürlüğümüz ve
kendi etik hayatımızdır.
Simge ARMUTÇU, 11.06.2019
Dipnot:
(1): Kant’ın soyut ve
bireysel etiği.
Kaynak:
BEZCİ, Bünyamin (2006), Hegel’in Felsefesinde Etik, Politik Olan ve Özgürlük, İzmir
DOĞAN, Özlem (1984), Tarih Felsefesi, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir
GÖÇMEN, Doğan (2019), Hegel Ders Notları, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir
HEGEL, G.W.F., (2015), Tinin Görüngübilimi, (çev: Aziz YARDIMLI), İdea Yayınevi,
İstanbul
SOYKAN, Ömer Naci (2000), Hegel Sisteminde Tarih Felsefesi / Betimleyici Eleştirel Bir Giriş,
Felsefelogos Dergisi, 9
Yorumlar
Yorum Gönder