GÜNÜMÜZDE SEVGİ İLE ÖRGÜTLENMEK
“Sevgi,
korkudan daha güçlüdür.”
korkudan daha güçlüdür.”
Günümüz insanı o görkemli tarihine sadık kalarak ‘kaos döngüsü’nü devam ettiriyor ve bunu
adeta bir vazife olarak görüyor. Yabancılaşma her anımızda bizi köşeye
sıkıştırıyor ve inatla ‘sevgi’ dışındaki her duyguyu bir anahtar olarak görüp
mutlu yaşam kapısını açmaya zorluyoruz. Hâlbuki bu kapıyı açmanın yolu yüreğin
pas tutmuş kilitlerini kırmaktan geçer.
Bu makalede öncelikle insanı insanla ve doğayla olan ilişkisi
içerisinde inceleyeceğiz. Daha sonrasında yanlış ilkeler çerçevesinde kurulan
bu ilişkilerin yarattığı sorunları Hegel’in yol göstericiliğinde ortaya koyarak
sorunların nasıl çözüleceğine yine filozofun perspektifinden bakacağız. O kapıyı örgütlenerek açacağız.
İnsan, doğada hem kendisinin hem de bir diğerinin farkında
olan, yani hem Ben’i hem de Ben Olmayan’ı/Öteki’yi tanıyan bir varlıktır. Onu bu özelliği ile bütünlüklü bir
ilişki ağından ayrı düşünmek olanaksızdır. Kişilik yaratımını kendisiyle,
doğayla ve diğer bir insanla birlikte oluşturur. Fakat birey bu ilişki ağı
içerisinde şununla tanışır: Doğanın ve diğer bir insanın altında ezilme
korkusu. Bu korku insanlık tarihinin her döneminde belirleyici rol oynamıştır.
Doğanın ve öteki’nin varlığından korkan Ben, onu tahakkümüm altına almak için
çabalarım. Bu tahakkümün sonuçları insanlık tarihinde de görüldüğü üzere her
zaman kaosla, korkuyla sonuçlanmıştır. Korkuyu yenmek için kurulan tahakküm
korkuyu daha da filizlendirmiştir.
Bu çıkmazdan nasıl kurtulacağız? İnsanlar arası kenetlenme
nasıl sağlanacak? Burada teker teker her bir insana büyük bir görev düşüyor. Bu
görevi anlayabilmek için kendi çağına olduğu kadar günümüze de fazlasıyla
ulaşan bir düşünür olan Hegel (1770-1831) yolumuza ışık tutuyor. Anahtarımız ‘sevgi’…
Hegel, insanın kendisiyle, bir diğeriyle ve doğayla
arasındaki ilişkiyi ele alır ve bu ilişkideki sorunların nasıl çözüleceği
üzerine düşünür. Hegel’e göre tüm insan ilişkileri ‘almak ve vermek’ üzerine kurulu durumdadır. Dolayısıyla, öyle bir
ilişki kurmalıyız ki duyguyu/düşün ürününü paylaşan kişi kendisinde bir şey
eksilmeden verebilmelidir. Sevgi duygusu burada önemini ortaya koyuyor: Sevgi
duygusuna dayalı olarak verdiğimiz zaman diğer kişiyi
çoğaltırken/zenginleştirirken aynı zamanda biz de veren kişi olarak kaybetmek
yerine kazanıyoruz, eksilmek yerine çoğalıyoruz, yoksullaşmak yerine
zenginleşiyoruz.
Peki, mevcut durumda insanlık hangi ilkeye göre alıp veriyor?
Sevgi mi, tahakküm mü? Nesneler/doğa ile ilişkilenme biçimimizi göz önüne
aldığımızda cevabın gayet açık olduğunu görüyoruz: Tahakküm kurarak. Tahakküm kurmak bizim ilkemiz haline gelmiş
durumda çünkü Ben olarak ilk önce kendimize, sonrasında bir diğerine ve doğaya
yabancılaşmış durumdayız. Hepimiz aslında teker teker bireyler olarak terk
edilmiş, her an varlığımız için mücadele etmek zorunda olan varlıklarız. Henüz
Ben’i çoğaltmayı bile beceremezken bir diğerini çoğaltmayı elbette
gerçekleştiremiyoruz. Birbirimizi çoğaltacak, yaşatacak vakti bulamadığımız ve
yıkıma uğratmak bizler için her zaman daha kolay olduğu için tahakküm ilkemize
sımsıkı bağlanıyoruz.
Nesneler ile kurduğumuz ilişki bir güç ilişkisinden ibaret
durumdadır. Nesneler dünyasında hepimiz bir nesneye sahip oluruz veya olmak
zorunda hissederiz: Kimimiz bir eve, kimimiz araziye, kimimiz ‘insana’…
Aramızdan biri herhangi bir nesneye sahip olmadığı zaman onu dışlar, varlığını
yok sayar, onu ‘hiç’ haline getiririz. Bu durum oldukça tehlikelidir çünkü
nesneler üzerinde hâkimiyet kuramamış olan kişiyi insan olarak bile görmeyiz.
Şimdi tarihteki tüm savaşlar, krizler, gündelik hayatın ilişkilerindeki tüm
sorunlar daha da anlaşılır hale geliyor. İnsanlarla her zaman kıran kırana
mücadele içerisinde olmamızın, her zaman birbirimizin kurdu olmamızın sebebi
açığa çıkıyor. Mücadelemiz öyle büyük ki sanki diğer insanlar ile bir arada
yaşamıyormuş gibi, sanki doğanın bir parçası değilmişiz gibi vahşi ve çıkarcı
duygularımız ile birbirimizin kuyusunu kazmak için çabalıyoruz. Bu durumda
diğer bir insana vereceğim her şey benim nesnemi kaybetmem, dolayısıyla gitgide
yoksul hale gelip hiçleşmem anlamına geliyor.
Hegel’in meşhur ‘efendi-köle
diyalektiği’ bu durumu çok güzel bir şekilde göstermektedir. Kimimiz
efendiler, kimimiz ise köleler olarak doğada yer ediyoruz fakat Hegel şunu asla
aklımızdan çıkarmamamız gerektiğini vurguluyor: Doğada kurduğumuz mülkiyetçi
ilişki üzerinde aslında hepimiz aynı durumdayız. Bugün tahakküm eden, zengin ve
çoğalmış olan Efendi Ben, yarın tahakküm
altına girmiş, yoksul ve eksilmiş olan Köle
Ben’e, dünün öteki’sine
dönüşebilir. Yani, diğer insanları da doğada olan herhangi bir nesne olarak
görmek, şeyleştirmek insan yaşamının kuş tüyü kadar hafif ve yumuşak geçmesinin
kapısını bizlere açmıyor. Temel sorunumuz olan birbirimizle nesneler üzerinden
kurduğumuz mülkiyetçi ilişki biçimi kimlerle ilişki kuracağımızı da belirliyor.
Bir kişi ne kadar güç sahibiyse, yani ne kadar çok şeye tahakküm kuruyorsa o
kişiyle ilişki kuruyor ve kendimizi onunla güven altına aldığımızı varsayarak
bilinçli köleler haline gelmiş oluyoruz.
İnsanın bir diğeri ile insanca ilişkilenmesi için gereken şey
ne? Görmüş olduğumuz yaygın düşüncede olduğu gibi insan sahip olduğu nesneler
kadar güçlü. Öyleyse eğer bir insan bütün bir dünyadan, bütün nesnelerden
sorumlu olursa tüm dünya kadar zengin olmuş olur. Burada inşasına başlamamız
gereken şey bir insanın değil, tüm bir insanlığın tüm bir dünyaya sahip
olmasıdır. Böylece tüm bir insanlığın sorumluluk bilinci tüm bir dünya kadar
olur. Bu dünyayı ortak bir şekilde sahiplendiğimiz vakit bilincimiz de dünyamız
kadar zengin ve geniş olur. İnsanın kendisine, bir diğerine ve doğaya karşı
sorumluluk taşıması ve sevgi ilkesinden hareketle eylemde bulunması ancak böyle
mümkün olur. Sevgi ilkesi, doğayı ve insanı mülkiyetimiz olarak değil de
yaşamımızın kaynağı ve sürdürücüsü olarak görmemizi mümkün kılar.
Hegel, mülkiyetçi ve tahakküm kurucu ilişki türünü ‘olgun olmama hali’ olarak görür ve sevgi
ilkesi bizi bu halden çıkaracak olan tek anahtardır. Ancak sevgi ilkesi ile
insan gerçek anlamda ‘özne’ olur. Tüm
bir insanlık ‘özgür özne’ haline
gelir. Sevgide örgütlenmek özgür öznelerin tam birliğini sağlar. Tüm
ilişkilerimizi birleştiren, biz özneleri bütünleştiren ve yaşamımızı insanca
sürdüren şey sevgidir. Sevgi ile ‘tam’
olduğumuzu hissederiz. Hegel böylece sevgi ilkesi ile insanlığın bitmek
bilmeyen kargaşasından, krizinden kurtulmamıza ışık tutar.
Kaynak:
GÖÇMEN, Doğan, “İnsan,
İlişkilerini Aşka/Sevgiye Göre Düzenlerse Ne Olur?”, 4 Nisan 2020, İzmir.
HEGEL, G. W. Friedrich, “Love”,
çeviren: T. M. Knox(1970), 1797.
HEGEL, G. W. Friedrich, “Tinin
Görüngübilimi”, çeviren: Aziz Yardımlı, İdea Yayınevi, 4. Baskı, 2015,
İstanbul
LEITHART, Peter, “Hegel on Love”, Patheos, 30 Aralık 2003
Yorumlar
Yorum Gönder