Thomas Hobbes’un Doğa ve Toplum Durumunda Hegel’in Efendi–Köle Diyalektiği
‘’Tarihin
hareketini oluşturan,
fikirlerin diyalektiğidir.,,
Felsefe bizlere kapısını aralıyor ve onun eşsiz tarihi, gelenekleri ile yüz yüze geliyoruz. Bu eşsiz gelenekler arasında bulunan 18. ve 19. yüzyıl Alman idealizmi, dönemin felsefe dünyasını yerinden oynatmıştır ve çağımızdaki felsefe dünyasının gelişimine de büyük katkıda bulunmuştur. Alman idealizmi geleneği Immanuel Kant (1724-1804) ile başlamıştır fakat geleneğin büyük bir ilerleme kaydetmesinde en çok etkili olan isimler Johann Gottlieb Fichte (1762-1814), Georg Wilhelm Hegel (1770-1831) ve Friedrich Schelling (1775-1854)’dir.
Döneme ve aynı zamanda tüm tarihe damgasını vuran Hegel, günümüze en çok ‘Efendi-Köle diyalektiği’ ile kendisini yansıtmaktadır. Hegel’in ustaca tasarlamış olduğu bu mit, hem insanı ‘kendisini bilme’ eylemi için zorlamakta hem de bireyin, bulunduğu toplum veya devlet içerisindeki yerini anlamasına yardımcı olmaktadır. Bu miti öyle bir şekilde tasarlamıştır ki, Efendi-Köle diyalektiği, 19. yüzyıl filozoflarından Karl Marx'ın diyalektik materyalizminin yapı taşını oluşturmuştur.
Hegel için insanlık gerçeği evrensel tarihte yoğunlaşmaktadır. Evrensel tarih de hiç şüphesiz ki insanlar arasında olan eşitsizlik durumuna dayanmaktadır. Tarih boyunca her zaman iki ayrı grup vardı ve var olmaya da devam ediyor: Zulme maruz kalanlar ve zalimler. Tarihin yazılmasını sağlayan işte bu iki grubun arasındaki bitmek bilmeyen çatışmadır. Tarihin bu acımasız çatışmasını anlayabilmek ve Hegel'in deyişi ile ''diyalektik yolu izleyerek ileriye gitmek'' adına zalim ve zulme maruz kalan arasındaki ilişkiyi doğa-toplum kapsamında incelemek gerekir. Bunun için de Hegel'in Efendi-Köle diyalektiğine ve 17. yüzyıl filozofu olan Thomas Hobbes'un doğa ve toplum durumuna göz atmakta fayda var.
Hegel'in Efendi-Köle Diyalektiği
a) Özbilinç
Bu miti kavrayabilmek için ilk olarak Hegel'de özbilinç kavramını ele almak gerekmektedir. Çünkü aslında bireyin 'ben' demeye başladığı yerde bu mit devreye girmektedir. Özbilinç, bir başkası için kendinde ve kendi için olduğunda ve olması yoluyla kendinde ve kendi içindir; eşdeyişle ancak tanınan bir şey olarak vardır.(1) Hegel için özbilinç, dış dünyada yer alan ve dış dünya ile bir ilgisi olan her bilgiye eşlik etmekte olan salt bir ben bilinci değildir. Özbilinç süreci, bireyin hayatından taşmıştır; tüm bir insanlık tarihine yayılmış durumdadır.
O, basitleştirmek gerekir ise, bireyde var olan ve aynı zamanda bireyden taşıp diğer tüm şeylerde varlığını sürdüren bir noktadadır. Bu nokta tüm insanlık tarihini yaratmaktadır çünkü kendini tanıtmakla, diğer bir yandan 'kendini kabul ettirmekle' yükümlü iki özbilincin karşılaşması durumunda neler olacağı apaçık ortadadır.
b) Kitleler Arasındaki Savaşta Özbilincin Rolü
İki özbilincin karşı karşıya gelmesi doğrudan kaos'un doğumuna işaret eder. Her iki tarafta da 'kendini tanıtma istenci' bulunduğundan iki özbilinç de kavga yoluna girişecektir. Ancak kavga ile özbilinç kendisini tanıtabilir, 'saygınlık mücadelesi'ni bu şekilde kazanabilir. Tarihsel süreçte veya günlük hayatımızda bir diğeri ile karşılaştığımız tüm kaotik anlar işte bu ikili özbilinç mücadelesinden kaynaklanmaktadır. Görmekteyiz ki kitleler arasında çıkan tüm savaşlar bir özbilincin kendisini diğerinden üstün kabul ettirme, herhangi bir şekilde kendini kabul ettirme (Anerkennung) fiilinin ürünüdür.
Hegel, Tinin Görüngübilimi adlı yapıtında iki özbilincin karşı karşıya gelme durumunu şu şekilde açıklamaktadır: ''...İki özbilincin ilişkisi öyleyse kendi kendilerini ve birbirlerini ölüm-kalım kavgası yoluyla tanıtmaları olarak belirlenir. -Bu kavgaya girmek zorundadırlar çünkü kendi kendilerinin pekinliğini, kendileri için olmayı, başkasında ve kendilerinde gerçekliğe yükseltmelidirler. Ve ancak yaşamın tehlikeye atılması yoluyladır ki özgürlük kazanılır...''(2)
Peki yaşamını tehlikeye atmayan bireye ne olur? Özbilinci hala o bireyde var durumda mıdır? Hegel, bu olası durumu şu şekilde açıklıyor: ''Yaşamını hiç tehlikeye atmamış birey hiç kuşkusuz kişi olarak tanınabilir; ama bağımsız bir özbilinç olarak tanınmışlığın gerçekliğine erişmiş değildir. Benzer olarak her biri kendi yaşamını tehlikeye attığı gibi başkasının ölümünü de amaçlamalıdır; çünkü başkası onun için onun kendisinden daha değerli değildir...''(3) Yani yaşamını tehlikeye atmayıp özbilincine kendisini tanıtma şansını vermeyen kişi, tanınmışlığın gerçekliğine erişmeyerek özbilincini, ölüm korkusu sebebi ile, kapalı bir kafes ardında tutar. Bu kişi, özbilinci bakımından ‘bağımlı’ bir niteliğe sahip olmaktan ileri gidemez. Hegel, bizlere kaos'un sebebini açık bir şekilde söylemektedir. Kaos'tan kurtulma yolunu açık bir şekilde vermese de gidilebilecek bir yol olduğunu fısıldayarak dolayımlı bir biçimde söylemektedir...
c) Özbilinç İle Efendi-Köle İlişkisi
İnsan, doğasını tehlikeye attığı sürece bağımsız bir özbilinç sahibidir. Kendisini tehlikeye atmasının başlıca sebeplerinden olan kendisini kabul ettirme isteği ile de var oluşunu sürdürür. Girdiği savaş sonucunda da ‘Efendi-Köle’ ortaya çıkar. Efendi, kendi için ve kendi için var olan bilinçtir. Efendi, bağımsız bilinçtir. Köle ise var oluş sebebi bir başkası için yaşamak olan bilinçtir. Köle, bağımlı bilinçtir. Hegel, Efendi-Köle kavramlarını şu şekilde tanımlamaktadır:
‘’…Biri, özü kendi için olmak olan bağımsız bilinç; öteki, özü bir başkası için yaşamak ya da olmak olan bağımlı bilinçtir. Birincisi Efendi, ikincisi Köledir.’’(4)
Efendinin Köleden farkı, gerçekliğinin bir başkası tarafından kabul ediliyor olmasıdır. Efendinin efendiliğini sağlayan şey bu tanınma durumudur. O, yok olma tehlikesini göz önüne almıştır, olumsuz olan ile karşı karşıya gelmekten çekinmez, ölümü karşısına kolaylıkla alabilir. O, özbilincine ölüm korkusunu aşarak ulaşmıştır. Efendi kişisel farkındalık sahibidir; artık diğerleri tarafından ‘otonom birey’ olarak tanınmıştır.
Efendi her zaman Köleyi etkisi altında tutar; onun, zincirlerinden kopmasına asla izin vermez. Köle -ne yazıktır ki- tanınma arzusundan vazgeçer çünkü ölüm korkusu onu çoktan sarmıştır, onda yaşam kaygısı vardır ve o, olumsuz olandan ölümden korktuğu kadar korkar. Ama şunu bilmez: İkisi arasındaki savaşta asla ölüm olmamalıdır. Çünkü ikisinden birinin ölmesi, kabul edilme isteğini ortadan kaldıracaktır ve bu, mutlak olumsuzluk durumundan başka bir şey değildir. Bu sebep ile savaşta mücadele elbette var olmak zorundadır fakat sonucunda ölüm olmamalıdır.
d) Efendi-Köle ve Üretim ile Tüketim
Köle, çalışma yolu ile şeyleri ‘doğrudan’ dönüştürmektedir. Efendi ise, şeyleri, Kölenin emeği üzeriden ‘dolayımlı’ olarak ‘tüketir’. Efendinin tüketimini sürdürmesi Kölenin üretime devam etmesine bağlıdır. Bu noktada ise Efendi üretene, Köleye bağımlı durumdadır.
Köle, şey ile etkileşime girer iken o şeye tek bir amaç ile yaklaşır: Şeyi dönüştürme. Dönüştürülen şeyi tüketme, kullanma ise Efendinin işidir. Köle bu durumda evin temelini oluşturan, tuğlaları dizen işçi konumundadır: ‘’O ev o işçiye ‘ait’ değildir…’’
Hegel ikisi arasındaki üretim-tüketim odaklı ilişkiyi şu şekilde anlatmaktadır:
‘’...Benzer olarak Efendi, Köle yoluyla dolaylı olarak şey ile bağıntılıdır; Köle genelde özbilinç olarak şey ile olumsuz olarak bağıntılıdır ve onu ortadan kaldırır; ama aynı zamanda şey onun için bağımsızdır ve onun olumsuzlaması bu nedenle şeyin bütünüyle yok edilmesine varmaz; ya da Köle şey üzerinde yalnızca çalışır. Buna karşı Efendi için dolaysız ilişki bu dolaylılık yoluyla şeyin arı olumsuzlanması, ya da Yararlanım olur; İsteğin başaramadığını şeyin işini görerek ve yararlanımda doyumunu bularak o başarır. İstek bunu şeyin bağımsızlığı nedeniyle başaramamıştır; ama Efendi, Köleyi şey ile kendisi arasına koyarak, bu yolla kendine şeyin yalnızca bağımlı yanını alır ve ondan yalnızca yararlanır; bağımsızlık yanını ise onun üzerinde çalışan Köleye bırakır…’’(5)
Hegel, bir bütün olarak tarihin diyalektiğini Efendi-Köle diyalektiği ile bizlere anlatma yoluna girişmiştir. Tarih, zulmedenler ile zulmedilenler; hükmedenler ile hükmedilenler ile oluşmuştur. Bu diyalektikte görüyoruz ki en başında ‘bağımsız’ olan Efendi, üretim durumunda Köleye ‘bağımlı’ hale gelmektedir. Bunun ise Efendinin her zaman efendi olarak kalamayacağına bir işaret olduğu ortadadır. Hobbes’un mantıksal süreç içerisinde kurgulamış olduğu doğa ve toplum durumuna Efendi-Köle diyalektiğini yerleştirdiğimizde bu işareti daha açık bir şekilde göreceğiz.
Thomas Hobbes’un Doğa ve Toplum Durumu
a) Doğa Durumu
17. yüzyıl filozofu Thomas Hobbes (1588-1679) Leviathan adlı yapıtında eşsiz bir mantıksal süreç kurgusu yapmıştır. Bu yapıtta egemenin, haliyle de devletin olmadığı dönemde ‘özünde kötücül ve de bencil olan’ insanların durumunu, karşılaştıkları sorunları ele alabilmek amacı ile ‘doğa durumu’ kavramını kullanmıştır. Doğa durumunda ‘insan insanın kurdudur’. Böylesi bir durum tüm insanlar için bir çatışma halidir. Çünkü burada insanları dizginleyecek bir egemen olmadığından dolayı ne yasa vardır, ne adalet vardır, ne de güven ortamı vardır. Bu güvensizlik ortamında herkesin her şey üzerinde hakkı vardır. Bu da doğa durumundaki çatışmanın, karmaşanın kaynaklarından biridir. İnsanlar arasında hak ve güvenlik ihlali olduğu gibi özgürlük ihlali de olacaktır. O an güçlü konumda olan kişi, diğer bir kişiyi kısıtlayacak, ondan pay alacak ve sonunda da o kişiyi yok edecektir. Ama şu da önemli bir noktadır: En güçlü olan kişi bile bir sabah uyandığında kendisini en güçsüz durumda bulabilir…
Hobbes doğa durumunu şu şekilde açıklamaktadır:
‘’Devlet olmadıkça, herkes herkese karşı daima savaş halindedir. Buradan şu açıkça görülür ki, insanlar hepsini birden korku altında tutan genel bir güç olmadan yaşadıkları vakit, savaş denilen o durumun içindedirler; ve bu savaş herkesin herkese karşı savaşıdır.’’(6)
‘’Böyle bir ortamda çalışmaya yer yoktur; çünkü çalışmanın karşılığı belirsizdir. …Hepsinden kötüsü, hep şiddetli ölüm korkusu ve tehlikesi vardır; ve insan hayatı yalnız, yoksul, kötü, vahşi ve kısa sürer.’’(7)
‘’Böyle bir savaşta hiçbir şey adalete aykırı değildir. Bu herkesin herkese karşı savaşının bir sonucu da, böyle bir savaşta hiçbir şeyin adalete aykırı olamayacağıdır. Orada doğru ve yanlış, adalet ve adaletsizlik kavramlarına yer yoktur. Genel bir gücün olmadığı yerde yasa yoktur; yasa olmayan yerde de adaletsizlik yoktur. …Herkesin herkese karşı savaşının bir başka sonucu; mülkiyetin, egemenliğin, benim ve senin ayrımının bulunmaması; sadece, herkesin eline geçirebildiği şeye, onun elinde tutabildiği sürece sahip olmasıdır…’’(8)
Doğa durumundaki acımasız savaş tek bir şey ile son bulabilir: Toplum sözleşmesi ile egemene davet...
b) Toplum Sözleşmesi ve Toplum Durumu
Doğa durumunda yaşamını sürdürmeye çalışan herkes bu çatışma durumundan kurtulmayı ister. Bunu herkesin istediğini söyleyebilmekteyiz çünkü doğa durumundan çıkılması güçlünün de güçsüzün de yararına olacaktır. Böylece insanlar herkesin yararına olan, en önemlisi de can güvenliklerini sağlayacak olan bir yasa oluşturma yoluna girişirler. Ardından kendilerini kaostan kurtaracak olan şeyin ‘toplum sözleşmesi’ olduğunu görürler. Bu sözleşme, kalabalık’tan toplum durumuna geçişi sağlayacak ve insanların, bir egemen var etmesine yol gösterecektir. Toplum sözleşmesini imzalayan her birey tüm doğal haklarını (kendi can güvenliklerini sağlama hakları hariç) var ettikleri egemen kişi ya da meclise devreder. Egemen (Leviathan) yasalar ile onların can ve mal güvenliklerini sağlayacak, gerektiğinde (toplum sözleşmesine uymadıklarında) onları cezalandıracak, hatta onları yeri geldiğinde şan ve şeref ile de ödüllendirecektir.
Hobbes için insan aklı, toplum durumuna geçişte önemli bir yardımcıdır. Akıl, insanı hayvanlardan ayıran bir özellik olduğu gibi insanı toplumsallaştıracak olan tek etkendir. İnsanlar aklın desteği ile doğal hukuk durumuna, yani toplum durumuna geçişlerini sağlamışlardır. Akıl ile yapılan bu geçişte devlet de büyük bir anlam kazanır. Devlet, aklın getirisi olarak yasaları ortaya koyar; yasalar herkes içindir.
Efendi-Köle Diyalektiğinin Doğa ve Toplum Durumuna Uyarlanması
Efendi-Köle diyalektiğini Thomas Hobbes’un eşsiz bir mantıksal süreç kurgusu olan doğa ve toplum durumuna yerleştirerek Hegel’i daha iyi anlamak ve diyalektiği günümüze yansıtmak daha kolay bir hal alacaktır.
a) Doğa Durumunda Efendi-Köle Diyalektiği ve Özbilinç
Hobbes’un doğa durumunu yine onun şu sözü ile özetleyebiliriz: ‘’İnsan insanın kurdudur (Homo homini lupus).’’ Efendi ile köle ilişkisinin oluştuğu ortamda ise yine bu söz geçerlidir. Birbiri ile çatışmak zorunda olan iki özbilinç birbirinin kurdu durumundadır. Birbirlerini ortadan kaldırmak pahasına üstünlük kurma, saygınlık kazanma, en önemlisi de kendini diğerine kabul ettirme amacı ile çatışırlar. Hobbes için insan insanın kurdu iken Hegel için de bir özbilinç diğerinin kurdudur.
Doğa durumunda insanlar birbirini öldürme hakkını kendilerinde görürler ve canları pahasına da olsa birbirleri ile sürekli savaş halindedirler. Daha önce iki özbilinç arasında çatışma olsa da ölüm’ün gerçekleşmemesi gerektiğini, bunun ‘kendini tanıtma isteği’ni paramparça edeceğini ve bu sebeple de mutlak olumsuzluğa sebep olacağını söylemiştik. Buradan şunu anlamaktayız: Doğa durumundaki ölümün katı gerçekliği, iki özbilincin çatışma durumunda var değildir.
Kavgaya girişmenin, kendini tehlikeye atmanın sebebi doğa durumunda da Efendi-Köle diyalektiğinde de aynıdır: Yaşamlarını tehlikeye atmak zorundadırlar çünkü kazanılacak bir özgürlük vardır. Doğa durumunda her iki taraf da kendini tehlikeye atmak zorundadır. Efendi-Köle diyalektiğinde ise Efendi her zaman kendini tehlikeye atan taraftır. O, doğa durumundaki güçlü birey gibi, korkusuzdur. Kölede her zaman ölüm korkusu bulunur –ki bu da doğa durumundaki güçsüz bireyin hali ile aynıdır.
Doğa durumunda bir gün güçlü olanın ertesi gün kendisini güçsüz durumda bulabileceğini, birden tüm her şeyini kaybedebileceğini söylemiştik. Bu durum Efendi-Köle diyalektiğinde Efendinin bir süre sonra Köleye bağımlı hale gelmesine benzemektedir. Eğer miti biraz daha ilerletir ve kurgular isek; Köle eğer şeyleri dönüştürmeyi bırakır ise kendisine tüketim yolu ile bağımlı hale gelmiş olan Efendisinin efendiliği de son bulacaktır. Belki de Hegel’in bizlere fısıldadığı şey bu kurguyu yapmamız gerektiğidir.
b) Toplum Durumunda Efendi-Köle Diyalektiği ve Özbilinç
Toplum durumunda insan insanın kurdu olmaktan çıkmaktadır. Bu durumda insan tek bir şeyin kurdu olabilir: Kendi isteği ile var etmiş olduğu ve yine kendi isteği ile haklarını devretmiş olduğu Egemen’in. Efendi-Köle diyalektiğini ve iki özbilincin karşı karşıya gelmesi durumunu toplum durumunda egemen ve yurttaş ilişkileri bakımından ele alabiliriz.
Hem Hobbes’un toplum durumunda hem de modern çağın toplum durumunda Egemeni, Efendi; yurttaşları ise Köle olarak varsayabiliriz. Efendi bağımsız olan bilince sahiptir. Egemen de bu durumda Efendi ile aynı niteliklerde bulunmaktadır. Köle ise bağımlı olan bilince sahiptir ve onu, Egemen’in boyunduruğu altında yaşamalarından dolayı yurttaşlar ile bağdaştırabiliriz (Modern çağda düşündüğümüzde de Köleyi, kapitalizmin pençeleri arasında kalan yurttaşlar ile bağdaştırabilmekteyiz).
Efendinin efendiliğini sağlayan durumun onun, başkaları tarafından tanınması olduğunu belirtmiştik. Egemen de tüm insanların varlığını kabul ettiği, hatta ona haklarını devrettikleri bir tanınmışlık durumuna sahiptir. Bu noktada toplum durumunda Efendi ile Egemen’in tanınmışlık olarak aynı niteliğe sahip olduğunun farkına varmaktayız.
Egemen’in haklarını kötüye kullanması durumunu kurguladığımızda yurttaşların, Egemen’e devrettikleri güçlerini daha güçlenmiş bir biçimde nasıl geri alabileceklerini şimdi daha iyi anlayabiliyoruz. Efendi-Köle diyalektiğinde Köle üreten, Efendi ise bağımlı bir biçimde tüketen konumundaydı. Yozlaşmış bir Egemen-Yurttaş ilişkisine baktığımızda da yurttaşın üreten, haklarını kötüye kullanan Egemen’in ise tüketen olduğunu görebilmekteyiz. Nasıl ki Köle, şeyleri dönüştürmeyi bıraktığında Efendi sarsılacak ve hatta yok olacak ise; yurttaşlar da üretmeyi bıraktıklarında Egemen sarsılacaktır. Tarihteki işçi hareketlerini incelediğimizde de haklarını kötüye kullanan devletlerin bu şekilde sarsıldıklarını görebilmekteyiz.
Hegel’in Efendi-Köle diyalektiğini Thomas Hobbes’un doğa ve toplum durumuna uyarladığımız bu çalışmada iki mit arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları yakından incelemiş olduk. Bu iki mitin birbirleri ile olan uyumu dönemin siyaset felsefesindeki ortak özgürlük arayışının da bir göstergesidir. Hem Hegel’in kurduğu bu diyalektiğin hem de Hobbes’un mantıksal süreçte kurguladığı doğa ve toplum durumunun yansımalarını günümüz toplumunda da görebilmekteyiz. Bu durum iki büyük düşünürün de modern toplumu ne denli iyi analiz ettiğini göstermektedir.
Simge ARMUTÇU, 08.04.2019
Dipnotlar:
(1): Tinin Görüngübilimi, G. W. F. Hegel, syf:80, paragraf: 178, İdea Yayınevi, çeviren: Aziz Yardımlı, Dördüncü Baskı
(2): Tinin Görüngübilimi, G. W. F. Hegel, syf:82, paragraf: 187, İdea Yayınevi, çeviren: Aziz Yardımlı, Dördüncü Baskı
(3): Tinin Görüngübilimi, G. W. F. Hegel, syf:82, paragraf: 187, İdea Yayınevi, çeviren: Aziz Yardımlı, Dördüncü Baskı
(4): Tinin Görüngübilimi, G. W. F. Hegel, syf:83, paragraf: 189, İdea Yayınevi, çeviren: Aziz Yardımlı, Dördüncü Baskı
(5): Tinin Görüngübilimi, G. W. F. Hegel, syf:83, paragraf: 190, İdea Yayınevi, çeviren: Aziz Yardımlı, Dördüncü Baskı
(6): Leviathan, Thomas Hobbes, syf:101, Yapı Kredi Yayınları, çeviren:Semih Lim, 18. Baskı
(7): Leviathan, Thomas Hobbes, syf: 101, Yapı Kredi Yayınları, çeviren: Semih Lim, 18. Baskı
(8)Leviathan, Thomas Hobbes, syf: 102-103, Yapı Kredi Yayınları, çeviren: Semih Lim, 18. Baskı
Kaynak:
- Tinin Görüngübilimi, G. W. F. HEGEL, İdea Yayınevi, 4. baskı, çeviren: Aziz YARDIMLI
- Leviathan, Thomas HOBBES, Yapı Kredi Yayınları, 18. baskı, çeviren: Semih LİM
- Hegel; İstek ve Özbilinç: Efendi-Köle Diyalektiği, https://ahmetustanindefteri.blogspot.com/2015/05/efendi-kole-diyalektigi.html
- Stockholm Sendromu ve Hegel’in Efendi-Köle Diyalektiği, Mutluhan İZMİR, Düşünbil Portal/29 Temmuz 2016
Yorumlar
Yorum Gönder